HOŞGELDİNİZ

Bu blogda oynadığım oyunların incelemesi mi desem, yazacağım hikayeleri mi desem, aklıma gelen fikirleri,projeleri mi desem...Kısaca aklıma ne gelirse yazacağımdan emin olabilirsiniz.

7 Ağustos 2011 Pazar

Kader ve İntikam-Bölüm2

BÖLÜM  2
-----------------------------------------------------------------
          Karadedeler köyüne doğru ilerliyorduk. Hava da bize ayak uyduruyordu. Bozulacakmış gibi görünmüyordu. Aşırı soğuktu,  karlıydı ve hafif bir fırtına vardı.. İlk dersim için sabırsızlanmaya başladım.

-Hey Bülent. Ne zaman başlayacağız?
-Tam burada Erol.Köyün yakınlarında.
-Hadi bir yerlere atış yapalım. Geliştireyim kendimi. Hadi, hadi, hadi...
-Dur bakalım orada. Bu iş o kadar kolay değil. Silah kullanmanın en başından başlayacağız. Yani silah parçalarından.
       
          Yere bir ateş yaktı. Arkasından silahını çıkardı. "Bu elimde gördüğün silah bir on beşlik." dedi ve silahı sökmeye başladı. Ben de onu izliyordum. "Ne yaptın sen! Bir daha nasıl takacaksın?" dedim şaşkın bir şekilde. "Aptal. Silahın parçaları sökülüp takılabilir."dedi ve kafama hafifçe vurdu. "Bak şimdi." dedi ve eliyle silahın altından çıkardığı parçayı gösterdi. "Bu parçaya şarjör denir." dedi. Üst kısmından söktüğü parçaları gösterdi. İlki silindir şeklindeydi. "Bu namlu" dedi. Başka bir silindir parça gösterdi ama bu silindirin etrafı yaylıydı. " Bu İcra mili ve icra yayı" dedi. Başka bir parça daha gösterdi.  "Bu da Üst tarafı tutan üst kapak. Bu üst kapakta iğne ve boş kovan tutucu tırnak vardır. İğne veya tırnak kırılırsa silah çalışmaz . Silah patladığında mekanizma üzerindeki boş kovan tutucu tırnak boş kovanı silahtan atmaya ve dolu kovanı tekrar namluya sürmeye yarayan kısmıdır" dedi. Geride kalan kocaman parçaya da " Alt gövde." dedi. "Anladım" dedim.
           "Hazır parçaları sökmüşken temizliğini de anlatayım sana."dedi ve sırtındaki çantadan birkaç bir şey çıkardı. "Namlunun içine bu bakım yağını sıkacaksın. Ayrıca üst kapaktaki iğneye ve alt gövdeye de sıkacaksın." dedi. ve bir fırça çıkardı. "Bu tel fırçayla namlunun içini temizleyeceksin.İğnenin bulunduğu yere yani iğne yatağını bir fırçayla temizleyeceksin. Ayrıca üst kapağın iç kısmını ve alt gövdede ulaşabildiğin tüm kısımları da fırçalayacaksın". "Bir bez ile de silahın içerisinde birikmiş fazla yağı alacaksın." dedi. "Bunların hepsini yapmak zorunda mıyım ya? Of!" dedim yüzümü buruşturarak. "Tabi ki yapmak zorundasın seni aptal! En önemli anda silah tutuklu kalırsa ne yapacaksın?" dedi ve yine kafama hafifçe vurdu."Ben daha çok yumruk yiyeceğim kafama." dedim içimden. Eline şarjör ve birkaç mermi aldı. Şarjörü nasıl dolduracağımı öğretti. "Şarjörü doldurdun. şöyle bir şey daha yapabilirsin. Namluya mermi sürerek kapasiteyi bir tane artırabilirsin." dedi ve nasıl yapılacağını gösterdi.
          "Silahın emniyeti konusuna gelirsek şu gördüğün silahın emniyet mandalının altında bulunan beyaz-kırmızı ya da sadece kırmızı olarak belirtilmiş noktalardır. Silahın üzerinde bulunan mandalı yukarı aşağı yön değiştirerek emniyeti açıp kapayabilirsin. Bir yere giderken can  güvenliğimiz için onu lütfen emniyette tuttuğuna emin ol.  Örnek olarak elimdeki silahı gösterecek olursam kırmızı ışıkta emniyet kapalıdır." dedi. " Bir de şarjörü çıkarttın ve boş. Ama bu senin emniyette olduğunu göstermez. Tam emniyet için silahın üst mekanizmasını çekerek doldur-boşalt yapman gerekir . Bir kez daha çekerek namlunun içine bakıp merminin olup olmadığını kontrol etmen gerekir. Bu emniyet işini yaparken silahı sakın ikinci bir kişiye doğrultma. Ne olur ne olmaz!" dedi.  "Anladım."dedim.
          "Gelelim şimdi..." derken sözünü keserek  "Atış mı yapacağız? Oley!" dedim. "Gelelim şimdi tabancanın tutukluk yapması olayına." dedi. "A! Ne zaman başlayacağız?" dedim iç geçirerek ve demez olaydım. Kafama bir yumruk daha yedim. "Kes sesini!"dedi. "Silah konusunda çok ciddi bu adam." dedim içimden. "Herhangi bir sebepten sonra merminin hareketi tamamlayamamasına, boş kovanı silahtan atamamasına, şarjörden namluya mermi sürememesine sebep olan olay tutukluktur. Merminin kalitesinden veya silahın temiz olmamasından kaynaklanır." dedi. "Anladım bunu da" dedim.
          "Yavaş yavaş senin istediğin meseleye geliyoruz." dedi. "Yaşasın!" dedim bağırarak. "Şarjörü tetiğin yanındaki düğmeye basarak çıkartırsın. İçine mermiyi baş parmağının yardımıyla yerleştirirsin" dedi ve gösterdi. Şarjörü doldurduktan sonra silahı tek eliyle kavradı. Gözünü bir ağaca dikti. Kafasını hafifçe sola yatırıp kaşlarını kaldırdı. Komik gözüküyordu. Ateş etti yaklaşık 200 metreden. Ağaç delinmişti. "Nasıl ya? Yok artık. Ağaç delindi!" dedim şaşırmış bir biçimde. "Şimdi sıra sende." dedi. Heyecanlanmıştım. "Acaba ben de başarabilir miydim?" dedim içimden. Aldım silahı tek elime.Bülent sinirlenmişti. "Artistlik yapma iki elinle kavra şu silahı!" dedi. "Ama sen..." derken " Kes! Ben profesyonelim işimde. Sana öğretiyoruz. Acemiler ilk önce iki eliyle tutar. Ustalaştıkça tek elinde taşıyabilirsin." dedi. "Tamam." dedim ve silahı iki elimle tuttum. Elim titriyordu ama ateş ettim. "Başardım mı acaba?" diye düşünürken kafama yumruk geldi. "Bravo!Karavana. Mermini nere atacağına bakacaksın. Rüzgarı kontrol edeceksin. Sapma açısını ayarlayacaksın. Karşındaki hedefi tanıyacaksın. Nasılmış? Hızlı mıymış? Çevik miymiş? Güçlü müymüş? Öğreneceksin zamanla. Bir daha ateş et. Bu arada rüzgarı öğrenmek için parmağını yalayıp kontrol edebilirsin." dedi. Güneşin doğduğu yeri biliyordum. Orası doğu olduğuna göre elimde hissettiğim rüzgar...Evet kuzeybatıdan esiyor. Düşman zaten bir cansız varlık olduğu için bir problem yok. Alıştırma yapıyoruz. Bunlara göre bir şekil aldım ve odaklandım. Ateş ettim. "Bravo! Tekrar karavana." dedi. Elimi korumak için kafama götürdüm ama bu sefer vurmadı. Okşadı. "Aferin! Sıyırdı ağacı ama olsun." dedi. "Evet!" dedim heyecanlı bir şekilde. "Ben de yetenek olduğunu zaten biliyordum. Ben bir numarayım" diye övünmeye başlayınca "Ukalalık yapma" dedi Bülent ve yine kafama vurdu hafifçe.
          "Al şimdi su silahı sök ve tak bakalım. Bu işi iyi öğrenirsen temizliği yapabilirsin. Böylece silahın tutukluğunu engellersin. Bunu öğrendin diyelim ama aynı zamanda rakibinin silahını bir şekilde çalabilirsen onu sökebilirsin ve o silahın bir parçasını saklarsan onu kullanılmaz hale getirebilirsin." dedi.  Bülent'in dediği gibi söktüm ve taktım. "Çok yavaşsın" dedi. "Biliyorum.Ne bekliyorsun ki?" dedim. O anda biri "Yangın var!" diye bağıra bağıra koşuyordu. Bizi gördü yanımıza geldi. Karadedeler köyünden geldiği belliydi. "Yardım edin bize. Lütfen." dedi. Eve doğru koşturduk. Vardığımızda yangını çoktan halletmişlerdi. Bizi gören köylüler şaşırmıştı. Biri öne çıktı ve sordu : "Ben bu köyün muhtarıyım. Siz kimsiniz?" dedi. Bülent atıldı "Biz yol gezeriz. Adım Bülent ve yanımdakinin de Erol. Acaba burada kalabileceğimiz bir han var mı?". "Evet. Ben sizi oraya götüreyim." dedi. Hana varmıştık. Odaya gidip yatağa uzanmıştım. "Bu fırtınada nasıl yangın çıktı Erol?" dedim. "Bilmiyorum." dedi.
          Sabah olduğunda ilk iş kahveye gittik muhabbet etmeye köylülerle. Köylüler çok cana yakındı. Herkes güler yüzlüydü. Birkaç yaşlının oturduğu masaya geçtik. Yaşlının biri : "Gençler bir şey içer misiniz?" dedi. "Çay içeriz." dedik. Bülent:

-Dünkü yangın hangi sebepten ötürü çıktı?
-Biz de bilmiyoruz. Evin sahibine sorduk ama o da bilmediğini söyledi. Aniden olmuş. "Sanki biri bize işaret gönderiyordu biri." dedi. Akli dengesini biraz kaçırdığı söyleniyor.
-Anladım. İlginç. Siz neyle uğraşıyorsunuz burada?
-Köy olduğu için malum. Hayvancılık ve tarım. Siz neyle uğraşıyorsunuz?
-Biz ödül avcılarıyız. Ölü ya da diri istenen kişileri yakalarız ve para kazanırız.
-Ne? Ödül avcıları mı?
-Evet amcacığım.
-Şaşırdım birazcık. Burada kafasına ödül konan birisi mi var?
-Hayır. Sadece yolumuzun üstünde kalıyor.
-Anladım. Genelde buraya kimse uğramaz. Perili köy, üç harfli köyü diye anılır.
-Allah Allah... Neden ki?
-Garip olaylar olur bu köyde ve kimse nedenini bilmez. O yüzden bu şekilde adı çıkmıştır.
-Anladım. Birkaç gün daha bu köyde kalalım bakalım. Belki sorunu çözeriz. Biz de şahit oluruz belki. Merak ettim ben de bu olayın arkasında kimin veya neyin olduğunu .

          Dedi ve kalktık. Ben biraz alıştırma yaparken o köyü dolaşıyordu."Lanet olsun! Yine karavana. " dedim. Beş altı atış sonra sıkılmıştım. Ben de köyü dolaşmaya karar verdim. Korkuyordum aslında biraz da. Ürkütücü bir şey olayların arkasında ne olduğunu bilememek. Yanan eve gittim. Birkaç köy sakiniyle konuştum ama nafile. Hiçbir ipucu yok. Kahveye geri döndüm ben de. Geri döndüğümde Bülent çoktan gelmişti ve bir şey anlatıyordu :

-Dur! Anlatma ben de dinleyeceğim.
-Tamam gel.

          "Hadi anlat artık." dedi bir yaşlı. "Yolda yalnız başıma yürüyordum. Sadece benim ayak sesim geliyordu karın üstünde ama ben bir başkasının daha ayak sesini duyuyordum. Çaktırmadan yoluma devam ederken aniden arkama döndüm ama kimse yoktu... " dedi ve herkes "A!" dedi şaşkınlıkla. " ...Yerde ayak izleri vardı dört tane daha benimkiyle beraber." dedi. Hala şaşkınlığımızı atamıyorduk. "Hızlı hızlı yürümeye başladım. Ayak seslerinin şiddetleri de artıyordu. Koşmaya başladım ve yolumun bir  mezarlığa düştüğünü fark etmedim." dedi. "Peki sonra?" dedi yaşlı biri heyecanla. "Çok heyecanlanmıştım tabii. Mezarlıktan çıkış yolunu arıyordum. Arkama bakarak yürüyordum hızlıca. Birden bir şeye çarptım. İnsan bedeniydi sanki." dedi. "Gördün mü onları?" diye atıldı başka bir yaşlı. "Meğer çarptığım ağaçmış." dedi ve heyecan sönüverdi. "O korkuyla hemen geri geldim zaten." dedi.
          Bir kadın kahvenin yanından geçiyordu "Beni de takip etti onlar. Niye söylemiyorsunuz onlara. Onlar karadedelerdi bence." dedi. Biz şoktaydık. Ben "Ne?" dedim. Bülent "Nasıl yani? Hemen burada neler olup bittiğini biri bana açıklasın." dedi. "Nedenini biz de bilmiyoruz." diyen köylü:

-Tamam açıklayacağım. Burayı zamanında Karadedeler isminde 5 kişilik bir grup kurmuş ama bu adamlar kötülerin de kötüsüymüş. Etraftaki köyler her zaman bu 5 kişinin kurduğu köyden rahatsız olurlarmış. Bir gün bu köylüler bir olup onların oturduğu evi yakmışlar. Cesetlerini de ağaca asmışlar. Siz gelmeden önce bir gece alacakaranlıkta bakkaldan evine dönen kadınlardan biri o yanan evin karşısındaki ağaçta asılan cesetleri gördüğüne dair yeminler ediyordu. Asıldıktan sonra o civardaki köylüler buraya yerleşmiş. Kötülüğü gönderdiklerini sanıp yerleşmişler ama nafile. Hala bu köyde onların ruhlarının yaşadığını düşünüyoruz ve bunları yapanlar onlar galiba.

-Nasıl kurtulacaksınız?
-Biz de bilmiyoruz.
-Terk etsenize bu köyü.
-Terk etmemize izin vermiyorlar. Artık siz de çıkamazsınız.
-Ne?
-Evet maalesef. Bunu söylemediğim için üzgünüm. Ne kadar geç o kadar iyi diye düşünmüştüm.
-Allah kahretsin. Mecburen buradayız ve bu sorunu çözmeliyiz. Başka yolumuz yok.O cesetleri gören kadın nerede oturuyor?
-Bu kahveden aşağı düz devam edin bahçesinin kapısı sarı demirli olandır. Adı Halidedir.

           Bize eliyle işaret etti kadının oturduğu yeri ve onunla konuşmaya gittik evine. Bahçe kapısı kırılmıştı. İğrenç bir koku vardı. Bayağı eski bir eve benziyordu. Bülent: "Kimse yaşıyor mu burada? Bir bakar mısnız? Halide hanım." dedi. "Buyrun ne istemiştiniz?" dedi psikopat bir biçimde. Üstünde yırtık pırtık elbise vardı. Yaşlılıktan yanakları falan sarkmıştı. Zayıftı. Bir üflesen uçacak gibiydi. "Biz karadedeler hakkında birkaç soru için gelmiştik."dedi ve kapısını kapattı evin.

-Ne oldu?
-O konu hakkında konuşmak istemiyorum.
-Neden?
-Ben her gün rüyamda zaten o dört tane cesedi görüyorum. Bir de yaşıyorken aklımda canlandırıp size anlatamam.
-Dört mü dediniz? Karadedeler beş kişiydi ama.
-Evet ben dört tane gördüm. Her gün aynı rüyayı görünce cesetlerin sayısını unutmam mümkün değil.
-Çok teşekkür ederiz.

          "Ne oldu Bülent?" dedim. "Gel kahvede anlatacağım" dedi. "Ey ahali! Sorunu çözdük galiba. Bu ruhlar neden sizi bırakmıyor? Çünkü siz beşinci cesedi asmadınız ağaca. Ağaçta dört ceset vardı. Cesetler orada asılsa bile bir şekilde toprağa karışmıştır ama o ceset -ki artık ceset kalmamıştır- kemiklerini bulmalıyız. Halide hanım her gün rüyasında dört tane ceset gördüğünü anlattı ama ölenler beş kişiydi. O kemikleri o evden bulup çıkarmamız ve  toprağa gömmemiz lazım. Kim benimle geliyor?" dedi. Kimse cevap vermedi. "İyi o zaman ben Erol'la giderim. Gel gidelim."dedi. Korkuyordum. Bacaklarım yerinde durmuyordu. Ensemden soğuk terler boşalıyordu. Birden rüzgar esti. İçim titredi . "Ta...ta...tamam. Geliyorum" dedim.
          O eve doğru yürümeye başladık. Bütün kahve arkamızdan geliyordu. Bir süre sonra durdular. Bayağı uzaktan seyretmeye çalışıyorlardı. O yerden sonra adım atmıyorlardı. Korkmuşlardı. Bizse içeri giriyorduk. Ben kapıyı hafifçe açtım. Kapı gıcırdaya gıcırdaya açıldı. Sapı elimde kaldı . Kapı yere düştü. Ortalık toz duman oldu. Bülent hemen silahını çıkardı. O da korkuyordu. Belliydi her halinden. "Kimse var mı?" diye sordu. Ses yoktu. Ahşap bir evdi. Yürürken yerler gıcırdıyordu."Sen sola git ben sağa gidiyorum." dedi Bülent. "Tamam." dedim ve silahımı çıkardım. İki elimle tutuyordum silahı dediği gibi ama elim yerinde durmuyordu. Kaçıp gidesim vardı buradan. İstesem de yapamazdım zaten. Bir odaya girdim. Biraz ufaktı. Yatağa baktım yok. Altına baktım orada da yok. Etrafımda bir tur döndüm. "Yok burada galiba" diye çıkarken birden bir şey kırıldı. Arkamı dönüp baktım. Bir cam çerçeveydi. Resim vardı içinde. Beş kişi yan yana durmuş ve ilginç bir şekilde poz vermişlerdi. Güldüm. O anda odanın kapısı birden çarpıverdi. "N...n...ne o...o...oluyor bu...bu...burada yahu?" dedim. Kapıyı açmaya çalıştım açılmadı. Ensemde bir el hissettim. Kolumu arkaya doğru uzattım el gitsin diye. Yerde benden başka küçük bir ayak izi daha olduğunu fark ettiğim an bitmiştim. Kaskatı kesildim. Odadan çıkmalıydım. En sonunda kapıya iki el ateş ettim ve kolunu kırdım. Çıkmıştım dışarı. Hemen Bülent'i aramaya koyuldum. Tek başıma arayamazdım. Cesaretimi kaybetmiştim. Bülent'in gittiği yoldan giderken bir silah sesi geldi. Oraya doğru gittim. Bülent yaralanmıştı. "Ne oldu sana ?" dedim. "B...ben de bilmiyorum." dedi acıyla. "Ama hareket edebilirim." dedi ve kalktı zorla da olsa. "Kemikleri buldum şu odada ama içeri giremiyoruz. Kapıya tekme attım açılmadı. Kapıya ateş ettim açılmadı. Hiçbir şey olmuyordu kapıya. Dışarı çıkardım Bülent'i. "Arkadaşımla ilgilenir misiniz? Yaralı da." dedim. Arkadaşımı yaraladığı için sinirlenmiştim. Cesaretimi kazandığımı hissediyordum. Evin etrafını dolaştım. O odayı gördüm. Penceresi açıktı. Pencereye uzanan bir ağaç vardı. Ona tırmandım. Pencerede durdum. O ana geri dönmüştüm. Kendimi annemi ve babamı öldüren o yüzünü göstermeyen adam gibi hissetmiştim. "Ne saçma bir düşünce" dedim içimden. Yerde yine ayak izleri vardı. Oda dağınıktı. Kemikleri gördüm ve içeri girdim. Bir kaçını pencereden dışarı attım. Atmaya devam ederken birden ilerleyememeye başladım. ayaklarım gitmiyordu. Kemikler elimde kalmıştı. Son kemiklerdi. Birden duvara yapıştım. Elimdeki kemikler düştü. Bir şey boğazımı sıkıyordu. Kurtulamıyordum. Bülent içeri girmişti o halde. Beni o halde görünce "Ne yapıyorsun Allah aşkına? Atsana şunları dışarı." dedi ve kemikleri benden ve yerden aldı. Konuşamıyordum. "Alma onları!" diyemedim. Tam atıyordu ki o da ilerleyememeye başladı. Bana doğru baktı ve benim kaşlarımı yukarı doğru kaldırdığımı fark etti. Bağırmaya başlamıştı. Yarası acıyordu anladığım kadarıyla. Daha fazla kan gelmeye başlamıştı. Elini kaldırdı ve elindeki kemikleri fırattı. Biri havada kalmıştı. O kemikle biri Bülent'in başına vurdu ve yere düştü. Kendini kaybetmişti. "Bir tane kaldı ya! Bunu da dışarı atarsak bitecek. Bu gidişle öleceğim." diyordum içimden.
           Aşağıdan gürültüler geliyordu. Tam bu odaya kapıdan içeri girenlerin sayısı arttı. Köylüler içeri giriyordu. Yaşlının teki: "Sen bizi istiyorsun. Bizim canımızı al. Onlarınkini değil!" dedi. "Biz buna hazırız!" dedi herkes. Birden bire beni bırakmışlardı. Kemik de yere düşmüştü. O aradan istifade ettim ve kemiği dışarı attım. O da toprak yüzü görmek üzereydi. Ben Bülent'e baktım. Allah'tan  ölmemişti. Durumu iyiydi.
           Garip bir uğultu gelmeye başlamıştı farklı tonlarda. Dışarı baktım kemik toprağa düşmüştü. "Başardık galiba" dedim Bülent'e. "Evet. Oldu bu iş." dedi. Uğultular kesilmişti ama hiç "Yaşasın!" gibi bir sevinç nidası gelmiyordu. Etraf sessizdi. Bülent'i aldım ve kapıdan çıktık. Her yer kan olmuştu. Bütün köylüler ölmüştü! Şaşkınlıktan ağzım açık kalmıştı. "Hiç mi kurtulan yok? Hepiniz nasıl olur da ölürsünüz?" diye bağırdım. Hepsine baktım. Birçok vücut vardı. Birçok parça oraya buraya dağılmıştı. Çok iğrenç bir görüntüydü. Kokudan durulmuyordu. Dışarı çıktık en sonunda. Bülent'in yarasını sardım ben."Benim düşüncem de yanlıştı" dedi Bülent. "Neden ki?" dedim. "Biz kemikleri gömmedik. Sadece dışarı atabildik. Bu kemikleri toprağa gömmeden gittiler. Demek ki asıl amaçları kemikler değilmiş. Köylüleri bu eve çekebilmekmiş. Onlardan intikam alınca da her şey bitti. Ben çok endişelenmiştim adam hikayeyi anlattığında. "Cesetleri astık" demişti yaşlı adam ama ondan sonra gömdüklerini söylemedi. Bir insan ister kötü olsun ister iyi olsun. Eğer o ceset toprağın altına gömülmezse, burada yapacağı bir şeyi kalırsa, son isteğini yapamazsa, son söz olarak istediği şeyler yapılmazsa ya da unutulursa ruhu huzura kavuşmaz." dedi. "Anladım. Sen nereden biliyorsun bu tarz şeyleri ?" dedim. "Boşver. Ne yapacaksın? Allah Allah. Sadece biraz empati ve insan duyguları." dedi. "Sen ne kadar ilginç bir adamsın?" dedim ve gülmeye başladık. "Ayrıca bu işten paçamızı sıyırdığımız için şanslı saymalıyız kendimizi." dedi. "Bak buna kesinlikle katılıyorum!" dedim.

-E, şimdi nereye gideceğiz? Herhalde bir gece daha burada durmayı düşünmüyorsun?
-Yok artık daha neler! Tabii ki gidiyoruz. 'Saylıca Köyü'ne gidiyoruz
-Tamam.

          "İşim silah öğrenmekti benim ama bu ne ya? Ruhlar, cinler, periler... Resmen iç içe oldum onlarla. Hala kalbim hızlı hızlı atıyor bunu hissediyorum. Bir dahaki köyde kim bilir neler var? Paranormal varlıklar olmasın da ne olursa olsun! "diyordum içimden.
       

       
-----------------------------------------------------------------

1 yorum:

Berker dedi ki...

Çok güzel bence ama biraz olayların detayına inseydin. Mesela kemikler o eve nasıl gelmiş evin o adamlarla ne ilişkisi var neden eve çekmeye çalışıyorlar falan. Hemen olup bitti sanki tadı damağımda kaldı.