HOŞGELDİNİZ

Bu blogda oynadığım oyunların incelemesi mi desem, yazacağım hikayeleri mi desem, aklıma gelen fikirleri,projeleri mi desem...Kısaca aklıma ne gelirse yazacağımdan emin olabilirsiniz.

7 Ağustos 2011 Pazar

Kader ve İntikam-Bölüm2

BÖLÜM  2
-----------------------------------------------------------------
          Karadedeler köyüne doğru ilerliyorduk. Hava da bize ayak uyduruyordu. Bozulacakmış gibi görünmüyordu. Aşırı soğuktu,  karlıydı ve hafif bir fırtına vardı.. İlk dersim için sabırsızlanmaya başladım.

-Hey Bülent. Ne zaman başlayacağız?
-Tam burada Erol.Köyün yakınlarında.
-Hadi bir yerlere atış yapalım. Geliştireyim kendimi. Hadi, hadi, hadi...
-Dur bakalım orada. Bu iş o kadar kolay değil. Silah kullanmanın en başından başlayacağız. Yani silah parçalarından.
       
          Yere bir ateş yaktı. Arkasından silahını çıkardı. "Bu elimde gördüğün silah bir on beşlik." dedi ve silahı sökmeye başladı. Ben de onu izliyordum. "Ne yaptın sen! Bir daha nasıl takacaksın?" dedim şaşkın bir şekilde. "Aptal. Silahın parçaları sökülüp takılabilir."dedi ve kafama hafifçe vurdu. "Bak şimdi." dedi ve eliyle silahın altından çıkardığı parçayı gösterdi. "Bu parçaya şarjör denir." dedi. Üst kısmından söktüğü parçaları gösterdi. İlki silindir şeklindeydi. "Bu namlu" dedi. Başka bir silindir parça gösterdi ama bu silindirin etrafı yaylıydı. " Bu İcra mili ve icra yayı" dedi. Başka bir parça daha gösterdi.  "Bu da Üst tarafı tutan üst kapak. Bu üst kapakta iğne ve boş kovan tutucu tırnak vardır. İğne veya tırnak kırılırsa silah çalışmaz . Silah patladığında mekanizma üzerindeki boş kovan tutucu tırnak boş kovanı silahtan atmaya ve dolu kovanı tekrar namluya sürmeye yarayan kısmıdır" dedi. Geride kalan kocaman parçaya da " Alt gövde." dedi. "Anladım" dedim.
           "Hazır parçaları sökmüşken temizliğini de anlatayım sana."dedi ve sırtındaki çantadan birkaç bir şey çıkardı. "Namlunun içine bu bakım yağını sıkacaksın. Ayrıca üst kapaktaki iğneye ve alt gövdeye de sıkacaksın." dedi. ve bir fırça çıkardı. "Bu tel fırçayla namlunun içini temizleyeceksin.İğnenin bulunduğu yere yani iğne yatağını bir fırçayla temizleyeceksin. Ayrıca üst kapağın iç kısmını ve alt gövdede ulaşabildiğin tüm kısımları da fırçalayacaksın". "Bir bez ile de silahın içerisinde birikmiş fazla yağı alacaksın." dedi. "Bunların hepsini yapmak zorunda mıyım ya? Of!" dedim yüzümü buruşturarak. "Tabi ki yapmak zorundasın seni aptal! En önemli anda silah tutuklu kalırsa ne yapacaksın?" dedi ve yine kafama hafifçe vurdu."Ben daha çok yumruk yiyeceğim kafama." dedim içimden. Eline şarjör ve birkaç mermi aldı. Şarjörü nasıl dolduracağımı öğretti. "Şarjörü doldurdun. şöyle bir şey daha yapabilirsin. Namluya mermi sürerek kapasiteyi bir tane artırabilirsin." dedi ve nasıl yapılacağını gösterdi.
          "Silahın emniyeti konusuna gelirsek şu gördüğün silahın emniyet mandalının altında bulunan beyaz-kırmızı ya da sadece kırmızı olarak belirtilmiş noktalardır. Silahın üzerinde bulunan mandalı yukarı aşağı yön değiştirerek emniyeti açıp kapayabilirsin. Bir yere giderken can  güvenliğimiz için onu lütfen emniyette tuttuğuna emin ol.  Örnek olarak elimdeki silahı gösterecek olursam kırmızı ışıkta emniyet kapalıdır." dedi. " Bir de şarjörü çıkarttın ve boş. Ama bu senin emniyette olduğunu göstermez. Tam emniyet için silahın üst mekanizmasını çekerek doldur-boşalt yapman gerekir . Bir kez daha çekerek namlunun içine bakıp merminin olup olmadığını kontrol etmen gerekir. Bu emniyet işini yaparken silahı sakın ikinci bir kişiye doğrultma. Ne olur ne olmaz!" dedi.  "Anladım."dedim.
          "Gelelim şimdi..." derken sözünü keserek  "Atış mı yapacağız? Oley!" dedim. "Gelelim şimdi tabancanın tutukluk yapması olayına." dedi. "A! Ne zaman başlayacağız?" dedim iç geçirerek ve demez olaydım. Kafama bir yumruk daha yedim. "Kes sesini!"dedi. "Silah konusunda çok ciddi bu adam." dedim içimden. "Herhangi bir sebepten sonra merminin hareketi tamamlayamamasına, boş kovanı silahtan atamamasına, şarjörden namluya mermi sürememesine sebep olan olay tutukluktur. Merminin kalitesinden veya silahın temiz olmamasından kaynaklanır." dedi. "Anladım bunu da" dedim.
          "Yavaş yavaş senin istediğin meseleye geliyoruz." dedi. "Yaşasın!" dedim bağırarak. "Şarjörü tetiğin yanındaki düğmeye basarak çıkartırsın. İçine mermiyi baş parmağının yardımıyla yerleştirirsin" dedi ve gösterdi. Şarjörü doldurduktan sonra silahı tek eliyle kavradı. Gözünü bir ağaca dikti. Kafasını hafifçe sola yatırıp kaşlarını kaldırdı. Komik gözüküyordu. Ateş etti yaklaşık 200 metreden. Ağaç delinmişti. "Nasıl ya? Yok artık. Ağaç delindi!" dedim şaşırmış bir biçimde. "Şimdi sıra sende." dedi. Heyecanlanmıştım. "Acaba ben de başarabilir miydim?" dedim içimden. Aldım silahı tek elime.Bülent sinirlenmişti. "Artistlik yapma iki elinle kavra şu silahı!" dedi. "Ama sen..." derken " Kes! Ben profesyonelim işimde. Sana öğretiyoruz. Acemiler ilk önce iki eliyle tutar. Ustalaştıkça tek elinde taşıyabilirsin." dedi. "Tamam." dedim ve silahı iki elimle tuttum. Elim titriyordu ama ateş ettim. "Başardım mı acaba?" diye düşünürken kafama yumruk geldi. "Bravo!Karavana. Mermini nere atacağına bakacaksın. Rüzgarı kontrol edeceksin. Sapma açısını ayarlayacaksın. Karşındaki hedefi tanıyacaksın. Nasılmış? Hızlı mıymış? Çevik miymiş? Güçlü müymüş? Öğreneceksin zamanla. Bir daha ateş et. Bu arada rüzgarı öğrenmek için parmağını yalayıp kontrol edebilirsin." dedi. Güneşin doğduğu yeri biliyordum. Orası doğu olduğuna göre elimde hissettiğim rüzgar...Evet kuzeybatıdan esiyor. Düşman zaten bir cansız varlık olduğu için bir problem yok. Alıştırma yapıyoruz. Bunlara göre bir şekil aldım ve odaklandım. Ateş ettim. "Bravo! Tekrar karavana." dedi. Elimi korumak için kafama götürdüm ama bu sefer vurmadı. Okşadı. "Aferin! Sıyırdı ağacı ama olsun." dedi. "Evet!" dedim heyecanlı bir şekilde. "Ben de yetenek olduğunu zaten biliyordum. Ben bir numarayım" diye övünmeye başlayınca "Ukalalık yapma" dedi Bülent ve yine kafama vurdu hafifçe.
          "Al şimdi su silahı sök ve tak bakalım. Bu işi iyi öğrenirsen temizliği yapabilirsin. Böylece silahın tutukluğunu engellersin. Bunu öğrendin diyelim ama aynı zamanda rakibinin silahını bir şekilde çalabilirsen onu sökebilirsin ve o silahın bir parçasını saklarsan onu kullanılmaz hale getirebilirsin." dedi.  Bülent'in dediği gibi söktüm ve taktım. "Çok yavaşsın" dedi. "Biliyorum.Ne bekliyorsun ki?" dedim. O anda biri "Yangın var!" diye bağıra bağıra koşuyordu. Bizi gördü yanımıza geldi. Karadedeler köyünden geldiği belliydi. "Yardım edin bize. Lütfen." dedi. Eve doğru koşturduk. Vardığımızda yangını çoktan halletmişlerdi. Bizi gören köylüler şaşırmıştı. Biri öne çıktı ve sordu : "Ben bu köyün muhtarıyım. Siz kimsiniz?" dedi. Bülent atıldı "Biz yol gezeriz. Adım Bülent ve yanımdakinin de Erol. Acaba burada kalabileceğimiz bir han var mı?". "Evet. Ben sizi oraya götüreyim." dedi. Hana varmıştık. Odaya gidip yatağa uzanmıştım. "Bu fırtınada nasıl yangın çıktı Erol?" dedim. "Bilmiyorum." dedi.
          Sabah olduğunda ilk iş kahveye gittik muhabbet etmeye köylülerle. Köylüler çok cana yakındı. Herkes güler yüzlüydü. Birkaç yaşlının oturduğu masaya geçtik. Yaşlının biri : "Gençler bir şey içer misiniz?" dedi. "Çay içeriz." dedik. Bülent:

-Dünkü yangın hangi sebepten ötürü çıktı?
-Biz de bilmiyoruz. Evin sahibine sorduk ama o da bilmediğini söyledi. Aniden olmuş. "Sanki biri bize işaret gönderiyordu biri." dedi. Akli dengesini biraz kaçırdığı söyleniyor.
-Anladım. İlginç. Siz neyle uğraşıyorsunuz burada?
-Köy olduğu için malum. Hayvancılık ve tarım. Siz neyle uğraşıyorsunuz?
-Biz ödül avcılarıyız. Ölü ya da diri istenen kişileri yakalarız ve para kazanırız.
-Ne? Ödül avcıları mı?
-Evet amcacığım.
-Şaşırdım birazcık. Burada kafasına ödül konan birisi mi var?
-Hayır. Sadece yolumuzun üstünde kalıyor.
-Anladım. Genelde buraya kimse uğramaz. Perili köy, üç harfli köyü diye anılır.
-Allah Allah... Neden ki?
-Garip olaylar olur bu köyde ve kimse nedenini bilmez. O yüzden bu şekilde adı çıkmıştır.
-Anladım. Birkaç gün daha bu köyde kalalım bakalım. Belki sorunu çözeriz. Biz de şahit oluruz belki. Merak ettim ben de bu olayın arkasında kimin veya neyin olduğunu .

          Dedi ve kalktık. Ben biraz alıştırma yaparken o köyü dolaşıyordu."Lanet olsun! Yine karavana. " dedim. Beş altı atış sonra sıkılmıştım. Ben de köyü dolaşmaya karar verdim. Korkuyordum aslında biraz da. Ürkütücü bir şey olayların arkasında ne olduğunu bilememek. Yanan eve gittim. Birkaç köy sakiniyle konuştum ama nafile. Hiçbir ipucu yok. Kahveye geri döndüm ben de. Geri döndüğümde Bülent çoktan gelmişti ve bir şey anlatıyordu :

-Dur! Anlatma ben de dinleyeceğim.
-Tamam gel.

          "Hadi anlat artık." dedi bir yaşlı. "Yolda yalnız başıma yürüyordum. Sadece benim ayak sesim geliyordu karın üstünde ama ben bir başkasının daha ayak sesini duyuyordum. Çaktırmadan yoluma devam ederken aniden arkama döndüm ama kimse yoktu... " dedi ve herkes "A!" dedi şaşkınlıkla. " ...Yerde ayak izleri vardı dört tane daha benimkiyle beraber." dedi. Hala şaşkınlığımızı atamıyorduk. "Hızlı hızlı yürümeye başladım. Ayak seslerinin şiddetleri de artıyordu. Koşmaya başladım ve yolumun bir  mezarlığa düştüğünü fark etmedim." dedi. "Peki sonra?" dedi yaşlı biri heyecanla. "Çok heyecanlanmıştım tabii. Mezarlıktan çıkış yolunu arıyordum. Arkama bakarak yürüyordum hızlıca. Birden bir şeye çarptım. İnsan bedeniydi sanki." dedi. "Gördün mü onları?" diye atıldı başka bir yaşlı. "Meğer çarptığım ağaçmış." dedi ve heyecan sönüverdi. "O korkuyla hemen geri geldim zaten." dedi.
          Bir kadın kahvenin yanından geçiyordu "Beni de takip etti onlar. Niye söylemiyorsunuz onlara. Onlar karadedelerdi bence." dedi. Biz şoktaydık. Ben "Ne?" dedim. Bülent "Nasıl yani? Hemen burada neler olup bittiğini biri bana açıklasın." dedi. "Nedenini biz de bilmiyoruz." diyen köylü:

-Tamam açıklayacağım. Burayı zamanında Karadedeler isminde 5 kişilik bir grup kurmuş ama bu adamlar kötülerin de kötüsüymüş. Etraftaki köyler her zaman bu 5 kişinin kurduğu köyden rahatsız olurlarmış. Bir gün bu köylüler bir olup onların oturduğu evi yakmışlar. Cesetlerini de ağaca asmışlar. Siz gelmeden önce bir gece alacakaranlıkta bakkaldan evine dönen kadınlardan biri o yanan evin karşısındaki ağaçta asılan cesetleri gördüğüne dair yeminler ediyordu. Asıldıktan sonra o civardaki köylüler buraya yerleşmiş. Kötülüğü gönderdiklerini sanıp yerleşmişler ama nafile. Hala bu köyde onların ruhlarının yaşadığını düşünüyoruz ve bunları yapanlar onlar galiba.

-Nasıl kurtulacaksınız?
-Biz de bilmiyoruz.
-Terk etsenize bu köyü.
-Terk etmemize izin vermiyorlar. Artık siz de çıkamazsınız.
-Ne?
-Evet maalesef. Bunu söylemediğim için üzgünüm. Ne kadar geç o kadar iyi diye düşünmüştüm.
-Allah kahretsin. Mecburen buradayız ve bu sorunu çözmeliyiz. Başka yolumuz yok.O cesetleri gören kadın nerede oturuyor?
-Bu kahveden aşağı düz devam edin bahçesinin kapısı sarı demirli olandır. Adı Halidedir.

           Bize eliyle işaret etti kadının oturduğu yeri ve onunla konuşmaya gittik evine. Bahçe kapısı kırılmıştı. İğrenç bir koku vardı. Bayağı eski bir eve benziyordu. Bülent: "Kimse yaşıyor mu burada? Bir bakar mısnız? Halide hanım." dedi. "Buyrun ne istemiştiniz?" dedi psikopat bir biçimde. Üstünde yırtık pırtık elbise vardı. Yaşlılıktan yanakları falan sarkmıştı. Zayıftı. Bir üflesen uçacak gibiydi. "Biz karadedeler hakkında birkaç soru için gelmiştik."dedi ve kapısını kapattı evin.

-Ne oldu?
-O konu hakkında konuşmak istemiyorum.
-Neden?
-Ben her gün rüyamda zaten o dört tane cesedi görüyorum. Bir de yaşıyorken aklımda canlandırıp size anlatamam.
-Dört mü dediniz? Karadedeler beş kişiydi ama.
-Evet ben dört tane gördüm. Her gün aynı rüyayı görünce cesetlerin sayısını unutmam mümkün değil.
-Çok teşekkür ederiz.

          "Ne oldu Bülent?" dedim. "Gel kahvede anlatacağım" dedi. "Ey ahali! Sorunu çözdük galiba. Bu ruhlar neden sizi bırakmıyor? Çünkü siz beşinci cesedi asmadınız ağaca. Ağaçta dört ceset vardı. Cesetler orada asılsa bile bir şekilde toprağa karışmıştır ama o ceset -ki artık ceset kalmamıştır- kemiklerini bulmalıyız. Halide hanım her gün rüyasında dört tane ceset gördüğünü anlattı ama ölenler beş kişiydi. O kemikleri o evden bulup çıkarmamız ve  toprağa gömmemiz lazım. Kim benimle geliyor?" dedi. Kimse cevap vermedi. "İyi o zaman ben Erol'la giderim. Gel gidelim."dedi. Korkuyordum. Bacaklarım yerinde durmuyordu. Ensemden soğuk terler boşalıyordu. Birden rüzgar esti. İçim titredi . "Ta...ta...tamam. Geliyorum" dedim.
          O eve doğru yürümeye başladık. Bütün kahve arkamızdan geliyordu. Bir süre sonra durdular. Bayağı uzaktan seyretmeye çalışıyorlardı. O yerden sonra adım atmıyorlardı. Korkmuşlardı. Bizse içeri giriyorduk. Ben kapıyı hafifçe açtım. Kapı gıcırdaya gıcırdaya açıldı. Sapı elimde kaldı . Kapı yere düştü. Ortalık toz duman oldu. Bülent hemen silahını çıkardı. O da korkuyordu. Belliydi her halinden. "Kimse var mı?" diye sordu. Ses yoktu. Ahşap bir evdi. Yürürken yerler gıcırdıyordu."Sen sola git ben sağa gidiyorum." dedi Bülent. "Tamam." dedim ve silahımı çıkardım. İki elimle tutuyordum silahı dediği gibi ama elim yerinde durmuyordu. Kaçıp gidesim vardı buradan. İstesem de yapamazdım zaten. Bir odaya girdim. Biraz ufaktı. Yatağa baktım yok. Altına baktım orada da yok. Etrafımda bir tur döndüm. "Yok burada galiba" diye çıkarken birden bir şey kırıldı. Arkamı dönüp baktım. Bir cam çerçeveydi. Resim vardı içinde. Beş kişi yan yana durmuş ve ilginç bir şekilde poz vermişlerdi. Güldüm. O anda odanın kapısı birden çarpıverdi. "N...n...ne o...o...oluyor bu...bu...burada yahu?" dedim. Kapıyı açmaya çalıştım açılmadı. Ensemde bir el hissettim. Kolumu arkaya doğru uzattım el gitsin diye. Yerde benden başka küçük bir ayak izi daha olduğunu fark ettiğim an bitmiştim. Kaskatı kesildim. Odadan çıkmalıydım. En sonunda kapıya iki el ateş ettim ve kolunu kırdım. Çıkmıştım dışarı. Hemen Bülent'i aramaya koyuldum. Tek başıma arayamazdım. Cesaretimi kaybetmiştim. Bülent'in gittiği yoldan giderken bir silah sesi geldi. Oraya doğru gittim. Bülent yaralanmıştı. "Ne oldu sana ?" dedim. "B...ben de bilmiyorum." dedi acıyla. "Ama hareket edebilirim." dedi ve kalktı zorla da olsa. "Kemikleri buldum şu odada ama içeri giremiyoruz. Kapıya tekme attım açılmadı. Kapıya ateş ettim açılmadı. Hiçbir şey olmuyordu kapıya. Dışarı çıkardım Bülent'i. "Arkadaşımla ilgilenir misiniz? Yaralı da." dedim. Arkadaşımı yaraladığı için sinirlenmiştim. Cesaretimi kazandığımı hissediyordum. Evin etrafını dolaştım. O odayı gördüm. Penceresi açıktı. Pencereye uzanan bir ağaç vardı. Ona tırmandım. Pencerede durdum. O ana geri dönmüştüm. Kendimi annemi ve babamı öldüren o yüzünü göstermeyen adam gibi hissetmiştim. "Ne saçma bir düşünce" dedim içimden. Yerde yine ayak izleri vardı. Oda dağınıktı. Kemikleri gördüm ve içeri girdim. Bir kaçını pencereden dışarı attım. Atmaya devam ederken birden ilerleyememeye başladım. ayaklarım gitmiyordu. Kemikler elimde kalmıştı. Son kemiklerdi. Birden duvara yapıştım. Elimdeki kemikler düştü. Bir şey boğazımı sıkıyordu. Kurtulamıyordum. Bülent içeri girmişti o halde. Beni o halde görünce "Ne yapıyorsun Allah aşkına? Atsana şunları dışarı." dedi ve kemikleri benden ve yerden aldı. Konuşamıyordum. "Alma onları!" diyemedim. Tam atıyordu ki o da ilerleyememeye başladı. Bana doğru baktı ve benim kaşlarımı yukarı doğru kaldırdığımı fark etti. Bağırmaya başlamıştı. Yarası acıyordu anladığım kadarıyla. Daha fazla kan gelmeye başlamıştı. Elini kaldırdı ve elindeki kemikleri fırattı. Biri havada kalmıştı. O kemikle biri Bülent'in başına vurdu ve yere düştü. Kendini kaybetmişti. "Bir tane kaldı ya! Bunu da dışarı atarsak bitecek. Bu gidişle öleceğim." diyordum içimden.
           Aşağıdan gürültüler geliyordu. Tam bu odaya kapıdan içeri girenlerin sayısı arttı. Köylüler içeri giriyordu. Yaşlının teki: "Sen bizi istiyorsun. Bizim canımızı al. Onlarınkini değil!" dedi. "Biz buna hazırız!" dedi herkes. Birden bire beni bırakmışlardı. Kemik de yere düşmüştü. O aradan istifade ettim ve kemiği dışarı attım. O da toprak yüzü görmek üzereydi. Ben Bülent'e baktım. Allah'tan  ölmemişti. Durumu iyiydi.
           Garip bir uğultu gelmeye başlamıştı farklı tonlarda. Dışarı baktım kemik toprağa düşmüştü. "Başardık galiba" dedim Bülent'e. "Evet. Oldu bu iş." dedi. Uğultular kesilmişti ama hiç "Yaşasın!" gibi bir sevinç nidası gelmiyordu. Etraf sessizdi. Bülent'i aldım ve kapıdan çıktık. Her yer kan olmuştu. Bütün köylüler ölmüştü! Şaşkınlıktan ağzım açık kalmıştı. "Hiç mi kurtulan yok? Hepiniz nasıl olur da ölürsünüz?" diye bağırdım. Hepsine baktım. Birçok vücut vardı. Birçok parça oraya buraya dağılmıştı. Çok iğrenç bir görüntüydü. Kokudan durulmuyordu. Dışarı çıktık en sonunda. Bülent'in yarasını sardım ben."Benim düşüncem de yanlıştı" dedi Bülent. "Neden ki?" dedim. "Biz kemikleri gömmedik. Sadece dışarı atabildik. Bu kemikleri toprağa gömmeden gittiler. Demek ki asıl amaçları kemikler değilmiş. Köylüleri bu eve çekebilmekmiş. Onlardan intikam alınca da her şey bitti. Ben çok endişelenmiştim adam hikayeyi anlattığında. "Cesetleri astık" demişti yaşlı adam ama ondan sonra gömdüklerini söylemedi. Bir insan ister kötü olsun ister iyi olsun. Eğer o ceset toprağın altına gömülmezse, burada yapacağı bir şeyi kalırsa, son isteğini yapamazsa, son söz olarak istediği şeyler yapılmazsa ya da unutulursa ruhu huzura kavuşmaz." dedi. "Anladım. Sen nereden biliyorsun bu tarz şeyleri ?" dedim. "Boşver. Ne yapacaksın? Allah Allah. Sadece biraz empati ve insan duyguları." dedi. "Sen ne kadar ilginç bir adamsın?" dedim ve gülmeye başladık. "Ayrıca bu işten paçamızı sıyırdığımız için şanslı saymalıyız kendimizi." dedi. "Bak buna kesinlikle katılıyorum!" dedim.

-E, şimdi nereye gideceğiz? Herhalde bir gece daha burada durmayı düşünmüyorsun?
-Yok artık daha neler! Tabii ki gidiyoruz. 'Saylıca Köyü'ne gidiyoruz
-Tamam.

          "İşim silah öğrenmekti benim ama bu ne ya? Ruhlar, cinler, periler... Resmen iç içe oldum onlarla. Hala kalbim hızlı hızlı atıyor bunu hissediyorum. Bir dahaki köyde kim bilir neler var? Paranormal varlıklar olmasın da ne olursa olsun! "diyordum içimden.
       

       
-----------------------------------------------------------------

3 Ağustos 2011 Çarşamba

Kader ve İntikam-Bölüm1

     
BÖLÜM 1
-----------------------------------------------------------------
           Kara bulutların gökyüzünü ablukaya aldığı bir gün arkadaşlarımla toplanmıştık.Eğlenebileceğimiz bir oyun bulmaya çalıştık ve ebelemece oynamaya karar verdik. Ebe ben olmuştum. Ona kadar saydım ve yakalamaya çalıştım arkadaşlarımı. Biraz kilolu olduğum için ebelemede zorlanıyordum. Kovaladığım arkadaşımı tam ebeleyecektim ki ayağım taşa takıldı ve yere düştüm. Yerde hafifçe sürüklendim. Dizim kanıyordu. Gökyüzünden bir damla düştü dizime ve devamı da geldi. Aniden yağmur bastırmıştı. Eve doğru koşuyordum. Merdivenlerden çıkarken bir adam çarptı bana. Yüzünü göstermeyecek bir biçimde giyinmişti.

-Pardon. Bir yerin acıdı mı? Acelem vardı da dedi.
-Hayır acımadı. Önemli değil.

         Adam hızlıca devam etti yoluna. Kapıyı çaldım. Açan olmadı. Hafiften cereyan yapıyordu bir yer. Meğer kapı az bir şey aralıkmış. "Allah Allah. Bizimkiler kapıyı açık bırakmazdı." dedim içimden. Salona doğru yürüdüm. Yerde kan izleri vardı. "Ne olmuş burada ?" dedim.Kan izlerini takip ederek salona girdim. Yerde yatanlar annem ve babamdı(!) . O an kaskatı kesilmiştim. Ağlamaya başladım. Baş uçlarına gittim. Babamın kafasını kaldırdım. Ağlayarak ve bağırarak "Yaşıyor musun baba!" dedim. Hafif bir ses geldi. Annemden geliyordu bu ses. "Oğlum kaç kurtul." dedi. "Neden" diye sordum. Cevap vermiyordu. Artık gözlerinin tek bir noktaya odaklandığını anlamıştım. Annem de ölmüştü. "Hayır" diye çığlık atmaya başladım. "Ölemezsiniz. Ben sizsiz ne yaparım ? " dedim. Gözyaşlarım durmuyordu.
          Birden kayboldular. Artık onları ellerimle tutamıyordum. Ellerim boş kalmıştı. Gözlerim kapalı bir şekilde ağlıyordum. Elimde bir şey hissettim. Ağırdı. Gözlerimi açtım ve elime baktım. Bu bir silahtı. Camdan bir rüzgar esti. "Hey çocuk!" dedi camda çömelerek duran bir adam. "Annenle babanı nasıl da kurşuna dizdim" dedi ve katıla katıla gülmeye başladı. Arkamı döndüm elimde silahımla. Çok sinirlendim ve bu adamın kim olduğunu öğrenmek istiyordum. Görünce adamı "Olamaz!" dedim içimden. Elim tutuklu kalmıştı. Bu o adamdı. Evet o yüzünü göstermeyecek biçimde giyinen adamdı. "Demek sendin ha ? " dedim. Birden oradan kayboldu adam silahı ona doğrultmuşken. Titriyordum korkudan ve ne yapacağımı bilememekten. "Hey çocuk ! Arkana bak" dedi. Bu oydu. Hemen dönüp ateş edecektim ama o beni vurdu ve yere düşüyordum. O merminin acısını ve kan kokusunu hissediyordum. "Sonum geldi herhalde." diye düşünüyordum. Birdenbire Ev de kaybolmuştu. Boşluğa düşüyordum.
          Aniden doğrularak ve terli bir şekilde uyandım. Elimde her zamanki silahım vardı korunmak için. Derin derin nefes alıyordum. Bir şekilde elimdeki silah patladı. Karşımdaki cam tuzla buz olmuştu. Bu sayede kendime gelmiştim. Evimdeydim. "Her gün aynı rüyayı görmekten bıktım artık! O olaydan 10 yıl geçti. Artık büyüdüm ama hala aynı rüyayı görüyorum" dedim ve elimi duvara vurdum. Ağlıyordum. Kalktım elimi yüzümü yıkadım. Aynadan kendime bakıyordum. Yüzünü göremediğim o adam karşımda belirmişti. Sinirlendim ve adama doğru yumruk attım. Ayna paramparça olmuştu. Elim kanıyordu. Elimdeki acıya aldırmadan silahımı aldım ve evin arkasındaki ormanlık alana doğru koştum. Bir elma ağacının önünde durmuştum. Arkamdan kuş sesleri geliyordu. Oraya doğru döndüm. Tam ateş edecekken önümde yine o adam belirdi. Duraksadım. Elim titriyordu. Onu zihnimden atmak için gözlerimi kapadım. Ağladım yine. Biraz rahatlamıştım. Elim boş kaldı ve yanlışlıkla bir yere doğru ateş ettim yine. Nereye gittiğini anlamaya çalışıyordum. Ağacın arkasından biri gözüktü ve beni alkışlamaya başladı. "Bravo! Elmayı tam on ikiden vurdun." dedi ve hangi elmayı vurduğumu gösterdi. Uzun boylu, zayıf, bir gözü hafif inik -sanki sopa yemiş gibi- , yüzünde birkaç yara ve kolunda ilginç bir dövme ve belindeki silahıyla karşımda duruyordu.

-Kimsin sen ? Dedim.
-Adım Bülent. Silahlar konusunda uzmanım. Sende doğal bir yetenek olduğunu hissediyorum. Bunu az önce kendi gözlerimle de gördüm. Her ne kadar bunu bilinçli yapmasan da her insan havada duran bir elmayı on ikiden vuramaz. Niye bu kadar sinirlisin ve niye ağlıyorsun bilmiyorum ama tahminimce sen intikam istiyormuşsun gibi. Gel sana bu intikamında yardımcı olayım. Beni bir arkadaşın gibi gör ve seni eğitmeme izin ver.
-Neden sana güvenecekmişim? Öylece karşıma çıkıp bir şeyler söylüyorsun. Senin annemi  ve babamı öldüren adam olmadığını nereden bileceğim?
-Şu anda öyle bir konumda olsaydım zaten seni öldürmüş olurdum. Benim de senin gibi bir intikamım var. Bir kişinin intikam almak istediğini gözlerindeki ateşten anlarım. Ben de öldüremediğim bir kişiyi arıyorum. Gittiğim yerde onu bulamadım ve intikamımı alamadım. Er ya da geç onu bulup intikamımı alacağım. Ayrıca bir elin nesi var iki elin sesi var demiş atalarımız. Senin yeteneğin ve benim taktiksel düşüncem ve tecrübelerim sayesinde bunu başarabiliriz her ikimiz de.
-Başarabilirmişmişiz. Taktiksel düşünce ve tecrübelerin mi? Güldürme beni. Gel de sen bunu benim külahıma anlat. Babam o kadar güçsüz değildir. O da silahları iyi kullanır. Benim aradığım adam çok güçlü olmalı babamı öldürdüğüne göre. Senin o kadar güçlü olduğunu nasıl bileceğim? Belki çok güçsüzsün ve yanına koruma arıyorsun?
-Çok fazla saçmaladığının sen de farkındasındır umarım. Demek bana inanmıyorsun ha?

          Harekete geçmişti. Ne yaptığını anlamaya çalışııyordum. O kuşlara doğru yöneldi ve nişan aldı. Ateş etti. Beş kuşun hepsini de karavana yapmadan vurdu ve hiçbiri kaçamadı. Çok hızlıydı. Şaşırmıştım.
-E, bana inanıyor musun şimdi?
-Tamam sen iyi bir atıcısın. Bunu kabul ediyorum ama bir insan bunu neden yapar ya? Ne çıkarın var bu işten?
-Sen dünyada iyilik diye bir şey duydun mu? İyilik yapan bir insanın çıkarı olması mümkün mü? Bırak şu inadı!

          O anda dondum kaldım. İyilik...En son ne zaman duydum bu kelimeyi hatırlamıyorum. "Bu adama güvenebilir miyim? Belki de bu kaderdir. Allah bunu karşıma intikamımı almam için çıkarmıştır belki de. Ne kaybederim ki. Canımdan başka neyim var? Tamam. Kabul edeceğim. Eğitsin bakalım." diye düşündüm.

-Tamam. Beni eğitmene izin vereceğim ama bu sana güvendiğim anlamına gelmez.
-Tamam kabul.Adın nedir ilk önce onu öğreneyim ?
-Adım Erol.
-Erol bu gece hazırlan yanına çok fazla şey alma. Anlaştığımıza göre benimle yolculuğa çıkıyorsun. Yine burada buluşuyoruz.
-Yolculuk mu?
-Tabii. Ben bir ödül avcısıyım. Bazı önemli suçluları yakalayıp onların başlarına konulmuş paraları alır ve öyle geçinirim. Ayrıca ilk amacım seni eğitmek ve bu adamlara karşı tecrübe kazanmanı sağlamak.
-Daha senin hakkında neler öğreneceğim kim bilir?
-Bu daha ne ki!

          Dedi havalı bir biçimde. Tipi komiğime gitmişti. Gülmeye başladım . O da gülmeye başladı. Uzun zamandan beri ilk gülüşümdü. Bu adamı sevmiştim. Yolculuk fikri de hoşuma gitmişti ama bu evden ayrılmak... Nasıl olsa geri döneceğim intikamımı alınca. Silahımı, birkaç günlük yiyeceğimi, birkaç üst baş,bir de tulum koydum sırt çantama ve dediğimiz yerde buluşup yola çıktık. Sabah olunca ilk dersim başlayacaktı.Bir yandan hüzünlüydüm evimden ayrıldığım için, bir yandan sevinçliydim artık silah kullanmayı öğreneceğim diye, bir yandan ümitliydim intikamımı alabileceğim diye, bir yandan da şüpheliydim adama karşı. "Bir insana güvenme zamanla olur " dedim içimden.

-Bu gece kalabileceğimiz bir hana gidelim.Yarın sabah 'Karadedeler' köyüne gideceğiz.
-Tamam ama bende para yok Bülent.
-Sorun değil ben öderim. Ben sana demedim mi geçimimi nasıl sağladığımı.
-İyi. Tamam.

          Hana girdik. Uyumaya yatağa girdim. Heyecanlanmıştım. "Bu adamla kim bilir nasıl tehlikelere gireceğim, kim bilir hangi yerlere gideceğim, kim bilir neler öğreneceğim,kim bilir... Neyse düşünmeye çok da gerek yok" dedim ve uykuya daldım.

-----------------------------------------------------------------